Bism-i Huu…
EYLÜL’Ü BEKLER TURNA, AŞK SARISI BİR HAYAL İLE…
Mevsimlerden
sarıya meyyal bir vakitti. Mevsimi canan rengidir sarı. Yaz güneşinin olduğu
kadar Eylül yapraklarının rengidir. Gözlerden bal sarının, yakamoz yeşili ile
raks ettiği bir tonda ela bir pencere açılır ve aşkla bakardı gözlerin rengi bu
demde.
Hayali bile ne
hoş idi. Sapsarı bir kenetlenişin adıydı bu mevsim. Kutlu bir yolculuğun
başlangıcıdır. Her yaprak önce yeşil sonra sarı olur. Kurur, düşer dalından;
aynı yerden yine aynı özden, aynı gözden aynı yaprak yine yeşerirdi aşk ile her
mevsim yeniden. Kendi yaprağıdır dalın. Her mevsim başka yaprak değildir, aynı
yaprak yine kendi küllerinden yeniden doğar aşkla zümrü-ü anka misali… Açar
yeniden kanatlarını. Oğuzların kutsal kuşu Turna, ankasıdır Altay Dağları’nın.
Oğuznamelerin satırlarından çıkar gelir Turna, sarının mevsiminde, arz-ı endam
ile süzülerek.
***
Yine süzülerek
çıktı geldi Turna, mevsimlerden sarıya meyyal vakitti çünkü. Sapsarı bir
güneşin vaktiydi, Eylül’e kadar kavrulacak… Eylül’de muhabbetin doruğunda
yeniden kor olacaktı güneş sarısı!
Haziran’da
kıvılcım, Temmuz’da alev, Ağustos’ta har, Eylül’de kor olurdu aşk. Çünkü Eylül,
mevsim-i canan. Hep yine yeniden aşk vakti... Kıvılcım fısıltısıyla söyler
vakit. Sonra yine başlardı zaman içre bir yol. Yol hep aynı kalır, yoldaş
değişir bazen, bazen yürüyüşün şekli. Ama yol hep hep yol. Ama bu defa her şey
aynı. Yine yeniden; yol aynı, yoldaş aynı, yürüyüş şekli aynı. Neden mi? Bu
defa ermek için yolların ardına. Bu defa hergün yine yeniden aşk hatrına “ahde vefası” olsun için aşkın; aynı
sinede aynı kor ile yine yeniden tebessüm eder sapsarı bir gonca. Gül olmak
için aynı daldan yine yeniden. Gözlerde bal sarısı bir renk ışıltısıyla,
seyreder vakti, aşk… Tıpkı anı yeniden yaşamak gibi! Filmi almak gibi geriye.
Aynı filmi çeker bir başka yönetmen bazen, aynı konu ile. Bazen oyuncular
değişir hani. Bazen vakit değişir. Ama bu b/aşka! Yönetmen aynı, yol aynı,
yoldaş aynı, film aynı. Tek fark; bu defa perde aralanıp yolun sonunda vuslata
vararak! Gönülde bir har ile sapsarı bir muhabbetin doruğunda, sabra ererek!
Tahammül değil, muhabbet makamında sabra
bile aşık kalarak! Bir kutlu söze sadık kalarak! Turna kanadında bu defa Kaf
Dağı’nın ardına vararak! Gülün adı aşk, bülbülün adı güzellik olarak! Ha gülün
bülbülü olmuş, ha aşkın güzelliği… Aşk ile meşk ederek
Ve yine hep
yol yine yeniden! Niye yürünür yol?
Bazen yürümek için yürünür acemice. Belki ilk kez acemi
heyecanı ile. Yolda topladıkların heybede. Sonra dönüp en başa, sırtında dolu
heybe ile belki tecrübe ile yürütmek için... Geçtim bu yollar tanıdık demek
için. Sonra belki bomboş bir heybe ve heyecanla yanında ilk kez yürüyenlerin
gözündeki ışıltı ile... Hayret gayret hizmet ve himmet ile... Yürürken
doluverirdi heybe bildik. Dolu heybe ile başa dönüp yürümek güzel elbet. Yolda
yürürken dolardı en çok heybe. Heybe dolu iken yoldaşı çok olurdu yolcunun.
Heybe dolu, ikram bol, muhabbet derya deniz. Peki heybe boşalınca kaç yoldaş
gördün bırakmayan? Kaç kişi gördün “ahde vefa” gösteren? Ahdine sadık olan… Dolu heybeden herkes verir azizim. “Boş heybe
dolar dolmaz ilk sana vereceğim muhabbet pınarından dost” diyen kaç yoldas
gördün? Haydi; heybedir dolar, heybedir boşalır. Allah için haydi yürümeye
devam, heybeyi dolduran O'dur diyen kaç kişi gördün? Çıktın yola dost ile yolda
heybe boşaldı da “haydi yürüyelim, yine dolar” diyen bildin mi hiç? Heybedeki
için geldim yanına ama heybe boşaldı ben başka bir dolu heybe buldum, hadi
eyvallah demek te yoldaşlığa dahil mi? Böyle diyenin dolar mı heybesi? Ya da
kalır mı dolu? Ahde vefa göstermeyene hiç gösterirler mi vefa? Yankılanır
göklerde sesler. “Heybedeki için mi, benimle yürümek için mi gelirsin dost?” “Hem
Heybedeki için hem seninle yürümek için”. “Heybe boşaldı hadi ben gidiyorum dolu heybe
buldum, lakin sensiz gitmem yolda azık gerek” diye yoldaşını götüren gördüm de,
“ torban boş ne geleceğim seninle ?” diyen görmek istemem.
***
Sonra dirildi
kelamlar yeniden! Merhamet, şefkat ve
muhabbet dolu bir gönülden. Ahde vefa dile geldi söyledi derinden… Seslendi arkadaşına yolcu Turna. Bir
hikayenin içinden en iç yanına doğru.
Ey arkadaşım, sen benim dostumsun. Gözümü
kapar yaslanırım dağ gibi. Sarsılma hic. Dimdik dur! Düşersen bir gün takılır
da ayağın, tutar kaldırım gücümün yettiğince. Ben de düşersem seni kaldıracağım
diye eğer, "dostu kaldırırken düştüm diye" dost olur Allah cc kaldırır
ikimizi de. Korkmam düştüğünde kaldırmaktan seni! Çünkü düşenin dostu
Allah'tır. Düşen birini kaldırırken Allah' in cc dost olduğunu kaldırırsın
aslında. Dost olmaz kimseler bu garip gibi. Bilmek istemem senden daha dost.
Sen benim gönüldaşımsın. Gönüldaş aynıdır ve aynadır birbirine aynı gönülden. Ayan
beyan olmak gerek birbirine. Gizlemez birbirinden sırrını. Gönül sırrıdır gönül
gönüle ve sırdaştır birbirine. O sebeple senden gizlim olmamalı ve gizlin
olmamalı benden. Öyleyse kulak kesil gönlünle, aç gönlünü de gel ey dinle.
Koyma gönüllerin arasına engel. De gönlündekini ki sızısı geçsin gönlün.
Diyeyim ki senin gönlündeki sızı dinsin. Gönlüme bak ve ayan beyan seyret
özünü. Gönüldaşlar birbirinin gönlünde olanı geceni görür işitir; bilirsin.
Ayan beyan işit, gel anlatayım sözünü. Yabancılaşma! Ki sen en tanıdık yanımsın.
Kapatma perdeni. Kapatma pencereni. Bir can idik ezelde de. Ayni ruhtan iki
parçayız seninle. Gel ikilik koyma. İkilik Çıkarma! Gel ey dinle ve anlat.
Sırrınn değil mi ki sırrım. Sırrım da senindir. Gönül gönüle putları devirmek için
gönlümü bir eylediğim. Ey! Senden gizlim olmadı hiç. İçimde sana ikilik olsun
istemedim hiç. Ağır gelir giz... Gözlerime bak ve berrak bir ırmak gibi gönlünü
seyredinceye kadar dinle gizlerimi/gizlerini ki olmasın ikilik. Acıtma e mi.
Çünkü hep üzülünce söyledim, kırılınca söyledim, nefsim hased edince, şüphe
tohumu düşünce bile içime; kendime dahi itiraf edemediğimi sana söyledim ben.
Şüphemi dahi sen kaldır diye nefsimi bile sana şikayet ettim ben. Yalan
diyemediğimsin; deme sakın ola yalan! Sen arkadaşımsın. Arkamı dayayıp, cenk meydanında
sırt sırta savaştığım. Gözlerinde cesaret bulduğumsun. Kıymetlimsin sen. Çünkü
kıymetli neyim varsa senin olsun, sende bir kere daha kıymet bulsun istedim.
Emanet ettim emanetimi dahi kırpmadan gözümü. Sen hiç keşke olmadın dilimde.
Yine sen olur yine seninle olurdum. Sevemediğin kadar daha severdim seni. Dost
diyemediğin kadar dost, arkadaş diyemediğin kadar arkadaş olurdum. Hiç keşke
olmak istemedim dilinde. Keşke demeden yürüdün mü sen hiç?
Sen sevdiğimsin. Allah cc sevdi diye bir kere daha sevdiğim, seni sevdim diye
Rabbim'in (cc) bir kere daha sevdiğiyim. Allah cc için sevdiğimsin. Sen aşılmaz
yolları yürüdüğüm yoldaşımsın. Yoldaşlığından sebep, aşılmazları aştığımsın.
Rabbim'e cc olan yoldaşlığıma, Rabbim'e cc giden yollarıma yoldaşsın. Yollar mı
aşılır bir tek, yollar dahi yolunu seninle aşsın. Sen özlediğimsin. Öz/ünde
hissetmektir öz/lemek! Özünden bir şeyler bulmak! Gözünde hayali tütmektir
duman duman, hasret ateşinin ardından. Sen Oğuz dedemin ve Selçuk atamin da
evladısın. Onlardan emanet obamda tamgamsın. Göğsümde bayrak gibi
dalgalanmaktasın, peygamber sancağıyla. Ne çok söyledim, neler anlattım sana
oysa. Ne çok vakitler dolu dizgin destanlar sığdırdım anlara, senin hayalinle
konuşurken bile. Sen hiç dinlemedin beni. Anlattığım hiç bir şeyi dinlemedin.
Dinlediğinde ise anlatmak İstediklerimi anlatamadım hiç. Çünkü ne zaman
anlatmak istesem, canımın içinden; hiç gel diyemedim sana. “ Gel dinle ”
diyemedim. “ Gel bak akıyor serçeşme ” diyemedim! Derdirtmedin! Ne zaman “ gel,
dinlemelisin; diyeceklerim var ” desem söz pınarı akarken gelmedin hiç. Hiç kelimeler
dilimde iken anlatamadım sana. Diyemedim diyeceklerimi içimden geldiği gibi.
"Geldim anlat" dedin hep, o sebeple hiç anlatamadım ben sana anlatmak
istediklerimi. Kimi vakit Leyla, kimi vakit Mecnun, Kimi vakit Hızır, Kimi
vakit Musa, kimi vakit İbrahim kimi vakit İsmail, kimi vakit Yunus kimi vakit
Somuncu Baba oldun. İki dost, iki arkadaş, iki yoldaş, iki gönüldaş, iki
dertdaş... İki... Şimdi hangisini ayrıştırabilirsin, hepsi “ bir ” iken. Şimdi
hangisinin yerine bir başkasını koysan canım acır. Gönlüm acır. Uzun uzun
diyebilseydim keşke içimden geldiği gibi diyeceklerimi. Korkmadan, ürkmeden,
berrak bir ırmak gibi gönlümü açarak ve gözlerinin ışıltısında gönlümü görerek,
hep heyecanla anlattığım vakitler gibi. Gönlüne dayayıp başımı, belki ruhuna
dokunarak anlatabilseydim keşke. Dinlemezsin ki. Dinlediğinde ise hep
hazırlıksız olur, unuturum yarısını. Keşke konuşmak istediğimde konuşabilseydim
seninle. Hiç yazmazdım belki o zaman. Ama insan konuştuğunu da yazmak istiyor
bazen. Konuşmak, yaşamak oluyor bir anı tek tek sözlerle dokunarak. Yaşadığını
yazmak ta hoş, yazdığını yaşamak kadar. Yazıyorsam, yaşamak kaldı bu hikayeden
geriye.
***
Bu defa başka
dedi Turna. Bu defa hiçbir şey değişmeden, bu defa ne yol, ne yoldaş, ne yolcu
değişmeden; ahde vefası olsun diye Ebu’l
Vefa Hazretleri’nin Vefa semtine. Hz. Hatice’nin Efendimiz sav’e olduğu kadar,
Efendimiz sav’in vefası hatrına olsun Hz. Hatice’ye diye. O vefa örneği yeniden
yaşansın ve yine kainat şahit olsun diye. İstanbul’un Sultan Fatih’e, Sultan
Fatih’in Akşemseddin Hazretleri’ne vefası olsun diye. Bir talebenin ilk
öğrendiği kelimeye, bir öğretmenin ilk öğrencisine vefası olsun diye. Somunların, Somuncu Baba Hazretleri’ne, dosdoğru
odunların ve Yunus Dergahı’nın Yunus Emre’ye, Yunus’un Emrem Sultan Hazretleri’ne
vefası olsun diye, ahde vefanın dahi kendine vefası olsun diye, AŞK yine
yeniden kor ile başlar yürümeye muhabbetle. Sapsarı bir huzur, sapsarı bir
teslimiyet, gözden gönüle mühür olmuş bal sarısı bir bakışın parıltısıyla, bir
küçük Turnanın sol yanında kanat çırpışı gibi heyecanla; vazgeçmeden, yılmadan,
caymadan bu defa Kaf Dağı’na kutlu bir varış ile… Ve aşk yine yeniden Turna gönlünde,
mevsimi canan vakti, Eylül’de!
Bâki Aşk ile…
Edeb Ya Hûu…