Tarihi Miras Misyon Yüklüyor... / "Kendine hakim olan başkalarına da hakim olur." Konfüçyüs ... / "Başarılı bir girişimci olmak için, sadece işinizi değil tüm hayatınızı kapsayan bir şirket kurmalısınız." Warren Rodgers.... / "Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur." P.Drucker ... / "Allah’tan korkandan başka güvenilir kimse yoktur!" Hz. Ömer (r.a.)... / "Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir." Eflatun ... / "Deha denilen şey yüzde bir ilham, yüzde doksan dokuz alın teridir."

Süleyman Askeri Bey’in Milli Mücadele’de Saha Faaliyetleri

Göktuğ EROL

                                                 

 Giriş 

      

           Coğrafi Keşifler ve Sanayi Devrimi’ne ayak uyduramayan Osmanlı Devleti, zaman içerisinde teknik anlamda çağının gerisinde kalmış, bu da ekonomik, siyasi ve askerî olarak rakiplerine karşı yetersiz olmasına sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu zayıflığından faydalanmak isteyen rakipleri her fırsatta Osmanlı Devleti’nin üzerine yürümüş ve daha da zayıflamasına sebep olmuştur. 

        19. yüzyıla gelindiğinde, 1789’da gerçekleşen Fransız ihtilâlinden sebeple dünyanın çehresinin neredeyse tamamıyla değiştiğini görürüz. Fransız İhtilali’nin ardından Sosyalizm, Milliyetçilik, Volk Milliyetçiliği, Antisemitizm gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu kavramlar bir müddet sonra dünya haritasının yeniden çizilmesini sağlayacaktır. Kavramların ortaya çıkışından bir müddet sonrasına baktığımızda çağa en tesirli şekilde damgasını vuran fikir akımının nasyonalizm, yani milliyetçilik olduğunu görürüz. Milliyetçilik akımının temayüz etmesi şüphesiz ki en çok, Osmanlı, Avusturya-Macaristan gibi dönemin çok uluslu imparatorluklarını etkilemiştir. Osmanlı’ya etkisine bakacak olursak,  1829'da Yunanistan, 1878'de Sırbistan, Karadağ ve Romanya, 1908'de Bulgaristan ve 1913 yılında da Arnavutluk, birer bağımsız devlet olarak Osmanlı İmparatorluğundan kopmuştur. [1] Döneme baktığımızda Osmanlı’ya düşman devletlerin bu ayrılıkçı unsurları adeta bir kukla gibi Osmanlı’ya karşı kışkırtıp kullandığını görüyoruz. Düvel-i Muazzama denilen devletler, bu ayrılıkçı unsurları kışkırtarak ve maddi, manevi, hukuki, siyasi yönlerden destekleyerek Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia etmelerini, haklarını elde etmek için de Osmanlı’ya karşı militer olarak mücadele etmelerini sağlamışlardır. Tüm bu etmenler, Türk milletini ve Türk devletini bir ‘’Milli Mücadele’’ dönemine sokmuştur.

 

 

Milli Mücadele

 

        Milli Mücadele dendiğinde aklımıza gelen, 1919’da başlayıp 1922’de biten, ‘’İstiklal Harbi’’ ve ‘’Kurtuluş Savaşı’’ isimleriyle de andığımız savaştır. Ancak Milli Mücadele kavramı çok daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Tam anlamıyla, 1919’dan önce de, I. Dünya Savaşı’ndan önce de bir Milli Mücadele vardır. Türk devletinin en zor dönemleri 1911’de İtalyanların Trablusgarb’a girişiyle başlamış, Balkan Savaşları’ndan I. Dünya Savaşı’na, I.Dünya Savaşı’ndan Büyük Taarruz’a kadar devam etmiştir. Bu zorlu dönemde Türk devletini müdafaaya hayatını adamış, Türk milletinin esarete girmesine ve ilsermesine[2] engel olmuş birçok kahraman yaşamıştır. Bunlardan biri de çalışmamızı atfettiğimiz Süleyman Askerî Bey’dir.

 

Süleyman Askeri Bey

 

        Süleyman Askeri Bey, 1884’de bugün Kosova devletinin sınırları içerisinde kalan Prizren şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Halil Vehbi Paşa, annesi Güzide Hanım’dır. Annesi Erkan-ı Harbiye’ye yazdığı mektupta Süleyman Askeri Bey dışında üç tane daha oğlu, olduğunu, onların Kut’ül Amare, Yemen ve Çanakkale’de şehit olduklarını, büyük damadından başka aile reisi kalmadığını belirtir. Çünkü kocası Halil Vehbi Paşa da 1905’te Karahisar’daki görevinde eceliyle vefat etmiştir. Babası vefat ettiğinde Süleyman Askeri Bey henüz 21 yaşındaydı. Kardeşlerinden sadece Hasan Askeri’nin ismi bilinmektedir. Güzide Hanım’ın mektubundaki büyük damadım sözünden, Süleyman Askeri Bey’in birden fazla kız kardeşi olduğunu anlıyoruz. Süleyman Askeri Bey’i tanıyan kişilerin hatıratlarında Süleyman Askeri Bey ve ailesinin Bektaşi olduğu söylenmektedir. [3] Diğer adının Zeynelabidin olması, kardeşinin adının Hasan Askeri olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.[4] Süleyman Askeri Bey’in ilk ve ortaokul eğitimiyle alakalı elimizde kaynak bulunmamaktadır. Ancak liseyi Edirne askeri idadisinde okuduğunu biliyoruz. Burada okurken Kuşçubaşı Eşref ve Yenibahçeli Şükrü Bey ile yakın dostluk kurmuştur. 1900 yılında Edirne Askeri İdadisi’nden mezun olmuş, sonrasında harp okuluna girmiş, buradan da 1902 yılında, mülazım-ı sânî, yani teğmen rütbesiyle mezun olmuş sonrasında harp akademisine girerek buradan da 1905 yılında mezun olmuştur. Mezun olduktan sonra ilk görev yeri Manastır olmuştur. Buradaki görevinde çete takipleri sırasında askeri bilgisi ve cesareti ile ön plana çıkmıştır. [5] Tam bu sıralar Makedonya’da Türk çeteleri de kurulmuş, reislerinden biri de Süleyman Askeri Bey olmuştur. 1906 yılından sonra İzmir’de olduğuna ve Yüzbaşı İsmet Bey’le görüştüğüne dair bazı belgeler vardır. Ancak kendisinin 1907’de Manastır’da olduğunu bildiğimizden İzmir’e geçici süreliğine gittiğini anlıyoruz.[6] 31 Mart olayının ardından İstanbul’a gönderilmiş olan hareket ordusunda da bulunmuş, oradaki görevinin ardındansa Bağdat Jandarma Teşkilatı’na kolağası olarak atanmıştır.

 

Milli Mücadele’de Süleyman Askeri Bey 

Trablusgarb

 

        İtalyanların Trablusgarb’a harekat başlatmasıyla orayı müdafaa için ilk gidenlerin arasında Enver Paşa, Mustafa Kemal, Binbaşı Fethi ve Süleyman Askerî Bey de bulunuyordu. Kendisi Manastır’daki çetecilik tecrübelerinden faydalanarak buradaki aşiretleri düzenli hale getirmiş ve paramiliter bir müdafaa hareketi başlatmıştır. Planları, İtalyanlar karaya çıkarken onları en savunmasız anında basıp zayiat verdirmek ve başarısızlığa uğratmak üzerineydi ve başarılı da oldu. Bu stratejileri ile İtalyanlara birçok zayiat verdirmişler ve Trablusgarb’ın işgal edilişini geciktirmişlerdir. Ancak bir süre sonra cephaneleri ve ikmalleri yetersiz kalınca Trablusgarb’ın işgaline engel olamamışlardır. Trablusgarb’ın bir diğer önemi ise burada Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılmıştır.[7] Süleyman Askeri Bey Trablusgarb’daki görevinden sonra da 22 Ağustos 1912’de Bingazi’ye kolağası rütbesi ile atanmış, bir yıl sonra Müretteb 10. Kolordu Erkan-ı Harbiyesi görevine getirilmiştir.

        Süleyman Askeri Bey’in Trablusgarb’da Arap aşiretleriyle başarılı olması, ona daha sonra Irak Cephesi’nde de aynı stratejiyi uygulatacak ve onu hayal kırıklığına uğratacak ve bu vahim olay onu intihara kadar götürecek. Ne kadar Trablusgarb’da bu stratejiyle başarılı olmuşsa da bu olay onu yanıltmış, ona daha sonra da aynı stratejiyi uygulatarak onun hayatına mâl olmuştur. Süleyman Askeri Bey’in Manastır’daki çetecilik faaliyetleri gayr-ı resmî olduğundan onun bu faaliyetleriyle alakalı fazla kayıt olmadığını, fazla kayıt olmadığı için de bu konuda hiçbir zaman bir görüş sahibi olamayacağımızı düşünmekteyiz.


 

II.  Balkan Savaşı ve Batı Trakya Türk Cumhuriyeti

 

        I.Balkan Savaşı ile Balkanlardaki birçok Türk toprağı Yunanların ve Bulgarların işgaline uğramıştır. O dönemde bölgenin demografik yapısı pek çok kez incelenmiş, nüfus istatistikleri çıkarılmış ve işgal altındaki bölgelerde Türk nüfusunun çoğunluğu belgelerle kanıtlanmıştır.[8] Ancak Yunanlar ve Bulgarlar işgaldeki ısrarlarından taviz vermemiş, üstüne üstlük çetelerle bölgede yaşayan Türklere zulmetmiştir. Bulgar işgali Kırklareli’ne kadar gelerek ileri boyuta ulaşmıştır.

        Enver Paşa’nın başkumandanlık emrini bildiren telgrafı alan ve kendisi de bir

Kuşçubaşı, Ağustos 1913’te Ortaköy’e gelerek Enver Paşa ile görüşmüş ve Batı Trakya’da geniş çaplı kurtarma faaliyetleri için onu ikna etmiştir.[9]

        Ortaköy’deki görüşmeden sonra Batı Trakya’ya gönüllü olarak geçen subay ve erlerle buradaki kurtarma faaliyetleri resmen başlamış, ilk olarak Kırcaali’de

Dimitriyef çetesi temizlenmiş, Batı Trakya’nın merkezi durumundaki Gümülcine 31 Ağustos 1913’te, İskeçe de bir gün sonra işgalcilerden kurtarılmıştır. Gümülcine’nin kurtarılmasından sonra Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş, hükümet reisliğine de Müderris Salih Hoca getirilmiştir. Süleyman Askeri Bey ise Erkan-ı Harbiye ve İcraiye Reisi olarak hükümet üzerinde en yetkili ve en güçlü kişi olmuştur. [10] Bugün bu devlet Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olarak anılsa da bu devletin adı Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olmamış, yukarıda bahsettiğimiz üzere Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi,

Garbî Trakya Hükümet-i Müstakilesi isimlerini kullanmıştır. Osmanlı Devleti, 13 Eylül 1913’de imzaladığı İstanbul Antlaşması ile Garbî Trakya Muvakkatesi’nin hakimiyetinde olan bölgeleri Bulgarlara bırakmış, ancak Garbî Trakya Muvakkatesi, bağımsız bir devlet olmanın hakkını vererek bu antlaşmayı tanımadığını belirtmiştir. Ancak Osmanlı, İstanbul Antlaşması’nı imzaladığından dolayı Garbî Trakya Muvakkatesi’ne gerekli desteği verememiş, bu denenle devletin toprakları 30 Ekim 1913’e kadar tamamen Bulgar işgaline uğramış ve devletin ömrü sona ermiştir.

        Garbî Trakya Muvakkatesi’nin yönetiminde olan Süleyman Askeri Bey ve

Kuşçubaşı gibi isimlerin devlet sona erdikten sonra Osmanlı ordusundaki görevlerine devam etmelerinden, Garbî Trakya Müstakilesi’nin Osmanlı’nın stratejik bir hamlesi olduğunu öne sürebiliriz. Çünkü Osmanlı, ne kadar İstanbul Antlaşması ile Batı Trakya’yı Bulgaristan’a bıraksa da Doğu Trakya’yı Bulgarlardan almış ve orada bağımsız, Osmanlı’nın sorumluluğunda bulunmayan bir devlet bulunmaktaydı ve eğer Bulgarlara karşı olan direnişinde başarılı olsaydı Batı Trakya, Türklerin elinde kalmaya devam edecekti ve Osmanlı hiçbir usulsüzlükte bulunmamış olacaktı.

 

 

Teşkilat-ı Mahsusa

 

        Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşu ile alakalı çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en çok dikkate alınanları: II. Meşrutiyetten önce olduğu, 1911’de Trablusgarb’da İtalyanlara karşı direniş için kurulduğu, Balkan Savaşları sırasında kurulduğu, hatta cephelere Teşkilat-ı Mahsusa isminde birlikler gönderildiği(bu görüş kaynaklara dayandırılmamaktadır), Türk-Alman ittifakının resmi hale gelmesinden üç gün sonra kurulduğu… Bütün görüşlerin ortak olduğu tek bir nokta vardır ki, o da Enver Paşa’nın emriyle Süleyman Askerî Bey tarafından kurulduğu ve ilk reisinin Süleyman Askerî Bey olduğudur.[11]

        Teşkilat-ı Mahsusa isimli oluşumun ne zaman kurulduğu tam olarak saptanamasa bile teşkilata dahil Süleyman Askerî Bey, Kuşçubaşı Eşref, Mülâzım Atıf, Ali Başhampa gibi isimlerin teşkilatın kuruluş emrini verdiği ileri sürülen Enver Paşa ile  7 Temmuz 1908’de gerçekleştirilen Arnavut Şemsi Paşa suikastından beri beraber hareket etmekteydiler. Bu sağlam teşkilatlanma o tarihte birden bire ortaya çıkamayacağına göre bu oluşumun tarihi daha da eskiye dayanmaktadır. Bunlardan hareketle Teşkilat-ı Mahsusa ismindeki oluşumun ne zaman kurulduğunu saptayamasak da öncesinde onun prototipi olan bir oluşumun var olduğunu söyleyebiliriz.

        Teşkilat-ı Mahsusa’nın çeşitli yerlerde yapılanmaları bulunmaktaydı. Bunlar

Rumeli Masası, Kafkasya Masası, Afrika-Trablusgarb Masası, Vilayet-i Şarkiye[12] Masası şeklindedir.[13]

        Süleyman Askerî Bey, Teşkilat-ı Mahsusa reisi olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve Kafkaslar’da teşkilatlar kurulmasını ve bölgedeki gayr-ı Türkî unsurlarla, özellikle de Almanlar ve Gürcülerle bölgenin müdafaası konusunda

işbirliği yapılması için harekete geçilmesini emretmiştir.[14] 

        Teşkilat-ı Mahsusa tarafından planlanan Kafkasya İhtilali’nin hazırlıkları devam ederken, Bağdat’ta Irak ve Havalisi Umûm Kumandanlığı’na Süleyman Askerî Bey tarafından gönderilen şifre ile gerek İran’ın merkezinde, gerek sınırlarındaki aşiretler arasında, gerekse Kafkasya dahilinde o zamana kadar ne gibi hazırlıklar ve teşkilatlanmalar olduğu, kimlerin hangi mıntıkalara gönderilerek bölgelerdeki teşkilatlanmaların ne derecede tamamlandığını bildirilmesi istenmiş, bu ve benzeri yazışmalar, sonrasında da devam etmiştir. Süleyman Askerî Bey’in bu bölge gibi birçok bölge ile aynı mahiyette yazışmaları vardır.[15] Süleyman Askerî Bey, Teşkilat-ı Mahsusa Reisliği görevini ölümüne kadar sürdürmüştür.

 

 

Süleyman Askerî Bey’in Irak Cephesi’ndeki Görevi ve Ölümü

 

        Trablusgarb’da, Balkanlarda ve Teşkilat-ı Mahsusa’daki görevlerini başarıyla yürüten Süleyman Askerî Bey 23 Aralık 1914 tarihinde Irak ve Havalisi Umûm Kumandanlığı görevine atanmış, orada da Balkanlarda ve Trablusgarb’da yaptığı gibi çetecilik faaliyetlerine önem vermiştir. Irak Cephesi’nde bölgedeki aşiretleri düzenli hale getirerek ve onlarla beraber mücadele ederek başarılı olacağını düşünen Süleyman Askerî Bey, bu fikrini gerçekleştirmiş ve bölgedeki aşiretlerden, düzenli paramiliter bir kuvvet kurmuştur.

        İngilizler, operasyon alanını Bağdat’ı içine alacak şekilde genişleterek Mısır’dan getirilen takviye birliklerle Basra’daki güçlerini kolordu düzeyine yükseltmişler, Osmanlı yönetimi ise Basra’nın geri alınması için karşı saldırı hazırlıklarına başlamıştı. Süleyman Askerî Bey, Basra’nın İngilizlerce işgali sırasında hiçbir varlık gösteremeyen Cavid Paşa’nın yerine atanmıştı. Süleyman Askerî Bey, bölgedeki aşiret savaşçıları dışında Suriye’den gelen 35 ve 38. Tümenle kısa sürede sağlam bir savunma sistemi kurmuştu. Ancak bu iki tümendeki askerlerin toplam sayısı 10 binden ibaretti. Süleyman Askerî Bey’in asıl güvendiği kuvvetler, sayıları 20 bini bulan aşiret savaşçılarıydı. İki tümen ve aşiret savaşçılarından oluşan Osmanlı kuvvetleriyle İngiliz birlikleri arasında 14 Nisan 1915’te Şuayyibe’de yapılan muharebede aşiret güçlerinin kısa zamanda dağılıp kaçması Osmanlı kuvvetlerini tam anlamıyla bir yenilgiye götürdü. Yenilgiyi kabullenemeyen Süleyman Askerî bey intihar etti. 

 

Sonuç

       

      

 

        Süleyman Askerî Bey gibi kahramanların o zaman yaptığı mücadeleler, Türk milletinin ve Müslümanların yapılan saldırılar karşısında daha az zarar görmesini sağlamış, bu coğrafyada Türklüğün ve İslamın silinmesini engellemiştir. Bu mücadeleler ve ulaşılan başarılar, millete umut aşılamış, Teşkilat-ı Mahsusa’da kurulan istihbarat ve muhaberat sistemi, yeni Türk devletinin kuruluşuna giden yolda tesirlerini devam ettirmiş, devlet kurulduktan sonra da oluşturulan istihbarat teşkilatına emsal olmuştur. Süleyman Askerî Bey’in Osmanlı’nın toprağı bulunan üç kıtada da görev yapmasından, Enver Paşa, Talat Paşa gibi, devletin ileri gelen isimleriyle beraber çalışmasından da ne kadar önemli ve kilit bir isim olduğunu anlıyoruz. Süleyman Askerî Bey gibi, kısacık ömrünü devleti, milleti ve dinine adamış büyük bir kahramanın adının, bu kadar perde arkasında kalması oldukça üzücüdür…


 

Kaynakça

 

BEO, 4327324506

DH. ŞFR, 467/117

 

                                  

Biblioğrafya

 

 

-          Şimşek, N., Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi Süleyman Askeri Bey, İstanbul, 2008

-          Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1995), İstanbul, 2013

-          Güner, Z., Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kuruluşu ve Faaliyetleri 1

Aralık 1918-13 Mayıs 1920, Ankara, 1998

-          Gündağ, N., Garbî Trakya Müstakilesi, Ankara, 1987

-          Kaymaz, İ., vdd., 100. Yılında I. Dünya Savaşı, Ankara, 2016

-          Bıyıklıoğlu, T., Trakya’da Milli Mücadele, Ankara, 1992

-          Stoddard, P.H., Teşkilât-ı Mahsusa: Osmanlı Hükümeti ve Araplar 1911-1918, İstanbul, 2003

-          Orhonlu, C., vdd., Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976

 

 



[1] Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1995), İstanbul, 2013, s. 30

[2] İlsermek: Eski Türkçede devletsiz kalmak manasına geliyordu.

[3] Şimşek, N., Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi Süleyman Askeri Bey, İstanbul, 2008, s. 25, 26, 27, 28

[4] İmam Zeynelebidin hem İmamiye hem İsmailiye Şiası’nda dördüncü imamdır. Aynı zamanda Hz. Hüseyin’in kerbela vakasından kurtulan oğludur. Hasan el- Askeri ise İmamiye Şiası’nın on birinci imamı olup Hz. Muhammed soyundan gelmekteydi.

[5] Şimşek, N., Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi Süleyman Askeri Bey, İstanbul, 2008, s. 36

[6] Şimşek, N., a.g.e., İstanbul, 2008, s. 39, 40, 41

[7] Şimşek, N., a.g.e., İstanbul, 2008, s. 51, 54, 55, 56

 

[8] Güner, Z., Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kuruluşu ve Faaliyetleri 1 Aralık 1918-13 Mayıs 1920, Ankara, 1998, s. 38, 56, 59, 60, 61, 102   ‘’Bahsi geçen eserde döneme ait nüfus istatistikleri bulunmaktadır’’.

[9] Gündağ, N., Garbî Trakya Müstakilesi, Ankara, 1987, s. 124

[10] Gündağ, N.,      ., Ankara, 1987, 125, 126, 127

[11] Şimşek, a.g.e., İstanbul, 2008, s. 117, 118, 121, 124

[12] Doğu ve Güneydoğu Anadolu

[13] Şimşek, N., a.g.e., İstanbul, 2008, s. 128

[14] Şimşek, N.,          ., İstanbul, 2008, s. 134

[15] Şimşek, N.,          ., İstanbul, 2008, s. 134, 135, 139, 140 

Copyright © 2019 Beyrut- Tüm Hakları Saklıdır.